Ey dilber-i Rana
Kenarı yanık mektubunu aldım.
Gördüm ki, beni sevmeye niyetlenmişsin.
Demişsin ki son satırda,
Mutluluk sendedir.
Beş kuruşsuz olsan da
Sevda; malda değil, tendedir.
Ey Tesadüf-ü müstesna,
Bu aciz kul iyi bilir.
Gözlerin ab-ı hayattır.
O dilber dudağından dökülen her satır
Şu bedbaht yanağıma konan bir buse
Lakin, benim gönlümün küçük damı,
Daima akıtır.
Ve hüzün sızar penceremden içeriye.
Ahvâl buyken kendimi sana eklersem,
Korkarım.
Huzurundan bir şey kalmaz geriye.
Ey kaşı kemanım,
Ey derdime dermanım.
Bu kadar eksikken,
Yalanlar söyleyip,
Nasıl derim şimdi?
Ben sana tamamım.
Acının evladıyım ben.
O bensiz yapamaz.
Bak misal;
Havanın kararmasını fırsat bilip
Yerli yersiz ağlarım.
Ağlarım.
Sonra susarım.
Yalanım varsa ne istersen o olayım.
Senin tebessümün Cennet-i Alâ’dır.
Ama mutluluğun tarifi bana;
Konmasıdır, bir kuşun altına oturduğumuz dala.
Ah zat-ı imkânsızım.
Gönlümdeki derin sızım.
Bu bayağı adamın seni sevmesi,
Gâvur tabiriyle bile ‘’lükstür’’.
Ve her dilde yasaktır.
Her coğrafyada imkânsız.
Her iklimde kış.
Şimdi aşsam bendimi,
Ve sana yar olayım desem.
Yeni yaralar açılır gönlünde
Ayrılık ihtimalimiz de artar,
Her adına sevda denilen şey gibi.
Sonra seni unutmak mecburiyetinde kalırsam
Bu azabı çıkaramam cebimden.
En alâsı uçurmandır,
Beni gönül kafesinden.