M.S. 64 yılında Roma’da meydana gelen bir haftadan fazla süren başkentin 3/2 sini küle çeviren felaketten sonra kimi kaynaklarca yangının sebebi olarak gösterilen imparator Nero kolezyumun yaklaşık 25 katı büyüklüğünde bir saray inşa ettirmişti. Bazı belgelerce de yangın sırasında Nero’nun kente 56 km uzaktaki yazlık evinde olduğu söylenir. Hemen sonra Roma’ya geldiği evsizlere sığınak sağlamak için sarayını açtığı anlatılır. Bazı kayıtlarda da kendisi için yaptırmak istediği saraya yer açmak amacıyla Roma’yı yaktırdığı söylenir. Sonrasında ise Hıristiyanları hedef göstererek çarmıha gerilmelerini, insanları köpeklere parçalatmalara varan kanlı infazlara ev sahipliği yapmıştır. Yangından sonra Neronun yaptırdığı sarayda yapay göl, bahçeler, köşkler ve girişindeki meşhur Colossus Neronis heykeli bulunacaktı.
Flavianus hanedanlığının ilk krallarından olan imparator Vespasian M.S. 72 yılında Nero’nun sarayının yerine inşa edilecek kolezyumun yapımına başladı. İnşaat 8 yıl sürdü açılışını yapmaksa Vespasian’ın oğlu olan Titus’a kadar uzandı. M.S 80 yılında bittiği kabul edilen yapı 50 bin kişi kapasiteli 80 kapılı devasa bir arenaydı. Oturma hiyerarşisinde Romalı senatörler en önde Podium denilen kısımdaydı arkalarında ki tribünde Romalı iş adamları, onlardan iki sıra ilerisiyse sade vatandaşlar için dizayn edilmişti.
Arenanın altında hayvanların taşındığı bir asansör düzeneği kurulmuştu. Kafese konan hayvanlar çarklar çevrilerek yukarı çekiliyor arenaya ulaşınca sürgüleri açılıp salınıyorlardı.(kolezyumun açılışında 5000 hayvanın öldürülmüş olduğu kaydedilmiştir.) kölelerin, savaş esirlerinin, hayvanların halkın gözü önünde çoğu kez imparatorun bazen de seyircilerin seçimleriyle ölüp ölmemesine karar verdikleri kanla yıkanmış arena… Ölüm arenası…
Latince gladyatör kılıç ustası, silahşor anlamına gelir. Bu insanların çoğunlukla öldükten sonra toplu isimsiz mezarlara konulduğu ya da vahşi hayvanlara parçalattırıldıkları anlatılmıştır. Hatta çoğu gladyatörün son arzusunun (yakını varsa) “mezar taşı” olduğu rivayet edilmektedir. M.S. 5. yy. gladyatör dövüşleri yasaklansa da belirli zamana kadar farklı mekânlarda devam ettirildiği tarihsel notlar arasındadır.
İtalya’ya ziyarete gidenlerin görülmesi gerekenler listesinde ilk sırayı alan tarihi arenada konukların kaçının kulağına ilişir “öldür” nidaları bilinmez. Ya da Roma’yı gerçekten kimin yaktığı kaçımızın umurundadır? Tarihi verilerin çelişkilerinden ya da rivayetlerden tamamen sıyrıldığımızda elimizde kalan sarsıcı ve insanlık adına yüz kızartıcı katı gerçek şudur aslında; gücü elinde tutanların sonucu ölüm olan oyunları için devasa yapılar yaptırmış olmaları (yaklaşık 300.000 gladyatörün katledildiği bilinmektedir) ve tek parmak hareketiyle yaşamla ölüme karar verebilmiş olduklarıdır. Hatta öyle ki kimi tarihçilere göre ölümlerinden sonra gladyatörlerin vücut sıvıları (terleri, kanları…) krem yapılarak sosyal elitlere gençlik iksiri ya da afrodizyak olarak satılıyordu. Tüm bunları yapanlar belki de yaşamın ve ölümün üzerinde söz sahibi olmak isteyenler kısa süreliğine de olsa tanrıdan rol çaldıklarına inanıyorlardı.
Dövüşürken bahis konusu olan hayatları ölümlerinden sonra da ticari kazanç olarak sömürülmüş bedenlerinden bahsediyoruz. Şimdi neden diye sorulup eski Romanın vahşet dolu günlerine dem vurmanın gereksiz olduğu düşünülebilir de. 5. yüzyılda bittiği düşünülen trajediler yumağını 21.yy. taşımanın kime neye yararı olabilir değil mi?
Günümüzdeki her coğrafyanın kendi içinde yapılandırdığı kolezyum arenalarını düşünelim o vakit. Gücü elinde bulunduranların işaretleriyle çoğunluğun gözleri önünde gerçekleşen kıyımları hatırlayalım.
Amerika’daki George Floyd’un temsil ettiği azınlığın yaşadıklarından tutunda, Çinin toplama kamplarındaki Doğu Türkistanlı halka uyguladıklarından, İsrail’in Filistin ablukasından, dünyanın çeşitli yerlerindeki mültecilerin bir parmakla sonlanan hayatlarından çıkalım yola… Demem o ki kolezyumu görmek için Roma’ya gitmenize gerek yok artık. Dünya koca bir ölüm arenası gibi. Öfke beslenen, ötekileştirilen hatta ölümü hak ettiği savunulan(?) azınlıklarla dolu. İşin en vahim kısmı izleyenler artık 50-60 bin de değil, milyarlar. Peki, av, avcı ya da seyirci olmaktan başka seçenek yok mu? Eğer yoksa bu sistem koca bir arenada insanlığa dair tüm erdemlerin vahşi hayvanlara parçalatılması demektir. Ki bu utanç dünyanın laneti olabilir…
Yine muhteşem bir yazı olmuş ??????????
Küçükken; minnak bir dünya kürem vardı. Elimle yavaşça çevirir-bakar ve “ne güzel bir dünyamız var, nerdeyse her tarafı deniz, her tarafı mavi…”derdim. Büyüdüm ve şimdi yerküreyi çevirsem; zannımca “her tarafı collesium, her tarafı ölüm arenası…‼️” derim. Masmavi olan güzel dünyamız ve cennet Ülkemin üç yanı, ne yazık artık mavi değil âdeta kırmızı… Ve sen Dostum, ne güzel anlatmışsın günümüz arenalarını… Aklıma hergün sosyal medyada veya görsel basında gördüklerim geliyor… Ve sonra, Gönlümün zarif efendisi Cahit Zarifoğlu’nun “Ben bu çağdan nefret ettim. Etimle, kemiğimle nefret ettim…” sözü… Yutkunuyorum, inciniyorum, utanıyorum, bir yerlere yağmur yağıyor bakamıyorum… Kalemin daim olsun Dostum ??