Kefenlenmiş idrak, umutla takas edilmiş cinnet ve mutsuz bir ruhla bedenlerimizi sürüyoruz yerkürede…
Anlamak yerine anlatmayı, görmek yerine bakmayı tercih ettiğimizden beri adımlarımız geriye doğru götürüyor bizi. Toplumları var eden unsurların erozyonunu yok saymamız, bireysel hayatta kalma dürtümüzü ilkellik seviyesine indirgiyor…
İnsanlığı tehdit eden, coğrafyaların kaderlerine tıpkı satranç tahtası üzerindeki hamleleriyle karar verenlerin karanlığını görmüyor, Will Smith in Oscar törenindeki tokadına bakıyoruz örneğin. Dünyanın en prestijli yarışmasında sunucu Chris Rock a yapılan şiddeti analiz ediyoruz uzun uzun…
Ne 3 milyonu aşkın insanın topraklarından koparılıp mülteci yalnızlığını kuşanmaları, ne kentleri yerle bir eden bombalar, ne harabeye dönen binalardan çıkarılan çocuk bedenleri sarsmıyor katılaşmış yanlarımızı…
Güç gösterisini şövenist böğürtüleriyle dayatan çirkin adamların panayırında, seyirci koltuğunda olmanın rehavetiyle izliyoruz olup bitmeyenleri. Üstelik o adamların yaverleri karar veriyor, hangi acıya nereli diye sorup nasıl tepki vereceğimize… Yanık tenli gece gözlü doğanlara ölümü reva görüp, buğday saçlı deniz gözlü yaratılmışların üstünlüğünü anlatıyorlar zavallı cümleleriyle…
Dünyadaki hiç kimse
Dört tarafı denizlerle çevrili bir ada
Ve tek başına bir bütün değildir
Her bir insan varlığın bir kırpıntısı
Bütünün bir parçasıdır
Nasıl bir okyanus
Senin ya da dostlarından birinin evi
Yâda dağlık bir yarım adayı
Bir ovayı sürüklediği zaman
Avrupa o kadar küçülür
Her hangi bir insanın bu dünyadan ayrılması da
Benim dünyamdan bir şeyler alıp götürür
Çünkü ben tüm insanlarla ilgiliyim
O halde bana adamlarını gönderip
Çanlar kimin için çalıyor diye sorma
Çünkü o çanlar sadece ve sadece
Senin için çalıyor (Jonh Donne)
E.Hemingway in “Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanına ismini verirken esinlendiği bu şiir tokat gibi inmeli nasır tutmuş insanlığımıza…
Haksızlığa uğramış insanı, toprağından kesilmiş ağacı, mızrabından sökülmüş türküyü, yuvası talan edilmiş kuşu, göç yolunda titreyen ayakları, ekmeği çalınanı, tek bir çocuğun gözyaşını görmezden gelmek… Ölmek değil belki ama onurlu olmaz buna yaşamak demek…
Bağımlısı olduğumuz konfor alanlarımızda, mutluluğu sanal âlemde aldığımız like’larla şekillenen yeni yetme bir akımın mensuplarıyız çoğumuz.
Ben diye başlayan cümlelere iman edip, biz’li cümleler kuran sahtekârlık virüsüyle samimiyet arayan şaşkınlar kafilesindeniz…
Kangren olmuş yaraların çürüyüp dökülen uzuvlarından yakılan ateşin cehennemindeyiz… Hal böyleyken cenneti anımsatanların, rağmenlere rağmen umuttan dem vuranların yolu kolay olmayacak elbet. Ne de olsa her cehennem önce asi olanları yutar…
İnsan olarak doğup, insan kalabilmek yaralı hasarlarlı da olsan görmek demek…
Ve ateşte yanmayı göze alabilmek…