“Bildiğiniz her şeyi unutun!” mottosuyla, dünyaca ünlü şahsiyetlerin hayat hikayelerini farklı bir yorum, mizah unsurları ve ironi diliyle tekrar okumak isterseniz ki aslında bu bir teklif; Mart 2020’de Kadran Yayıncılık’tan çıkan “Sen Benim Kim Olduğumu Biliyon mu?” Hikmet Kızıl’ın ikinci mizah kitabıdır. İlk kitabı “Çay da mı İçmeyek” 2019 yılında Serencam Yayınları’ndan çıkmıştı. Hikmet Kızıl aslında mizahtan önce edebiyata deneme ve şiir kitaplarıyla adım atmış. Dört adet şiir tadında deneme kitabıyla bu alanda maharetini göstermiş ama bununla yetinmemiş görünüyor. Söyleşi teklifimi nezaketle kabul etti. Bu keyifli muhabbeti sizlerle de paylaşmak istedim.
H.A.: Öncelikle şiir ve şairliğinizle başlayalım. Mevcutta dört deneme, bir şiir kitabınız var. Okurlarımızın da bilmesi açısından burada zikretmek istiyorum. “Metruk Şehre Lanet Okuma Alfabesi(2009)” “Ve Eylül Bir Ayın Adıdır(2013)” “Meczup Müntehir’(2017)” ve bu yıl Kadran Yayıncılık’tan çıkan “Şiirden Kırmızı(2021” adlı kitaplarınızda bilhassa şiirlerinizde sizi en çok beslediğini düşündüğünüz kaynak nedir?
Gelenek açısından bakıldığında Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç çizgisini seviyorum ve bu büyük üstatların beslendiği kaynaklardan beslendiğimi söyleyebilirim. Bu şairlerin poetikasını oluştururken beslendiği kaynakları inceledim. Onların şiir ve düşünce anlayışlarını, modern şiirin süzgecinden geçirmeye çalıştım. Neticede kendi şiir ve şair anlayışımın poetik temellerini geçmişten günümüze yansıyan bu şairlerin tecrübelerinden faydalanarak kurdum. Şairler için en büyük tehlike, geleneğe yaslanırken gelenekten çıkamamaktır. Ben gelenekten beslenirken geleneğe saplanmamaya çalışıyorum. Modern şiirle de ilgiliyim ve yaşayan iyi şairleri muhakkak okuyorum. Tarihe, geleneğe, evrene ve topluma karşı sorumluluk hissediyorum. Bu sorumluluklarımı şiir ve yazılarımda yerine getirmeye çalışıyorum ve şiirime sosyal bir içerik kazandırmaya çalışıyorum.
H.A.: Şiir yazmaya ne zaman başladınız? Sizi şiir yazmaya sevk eden şey neydi?
Şiir yazmaya ortaokul yıllarında başladım aslında. Yaşadığım ilçede çıkan yerel bir gazetede çocukça şiirler yazıyordum. Tabii bunların edebi bir değeri olmadığını yıllar sonra anladım ve deli gibi okumaya başladım. Kızılderilileri, Siyahileri, Ortadoğuluları seviyorum. Demli çayı, şiiri, Sezai Karakoç’u çok seviyorum. Allah ayaklarımı sabit kılsın diye kitap okuyorum. Bir süre sonra okuduklarınız içinize sığmıyor, taşıyor. İnsan bilinmek ister, farkında olunmak, önemsenmek, can kulağıyla dinlenmek ister. İnsan ister ki ağzından çıkan sözler birilerinin kalbine ulaşsın. Birileri ondan haberdar olsun, acılarını görsün, duysun, “Ah!” desin, üzülsün filan… Bu sebeplerden ülke çapında çıkan birçok dergide yazılar, şiirler yazdım. Birkaç gazeteye kalbimden sözler düşürdüm. Değerli ağabeylerle koyu sohbetlerde acılarımızı kanırta kanırta kaçak çaya vurdum. Dahası yaraya merhem olan yazılar yazmak istedim. Şiire işmar edip eyhallah çektim. Bir yazar için yazdıklarının karşılık bulması elbette ki heyecan verici. Sizin gibi düşünen insanlarla bir bayram sabahı buluşmuş gibi mutlu oluyorsunuz.
H.A.: Sizi çok etkileyen ve ‘”Ah keşke ben yazsaydım!” diye iç geçirdiğiniz bir şiir var mı? Varsa bizimle paylaşır mısınız?
Olmaz mı? Sezai Karakoç’un Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine ve Masal, Atilla İlhan’ın Yağmur Kaçağı, Cahit Sıtkı’nın Desem Ki, İsmet Özel’in Amentü, Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı, Cahit Zarifoğlu’nun Sevmek de Yorulur, Charles Baudelaire’in Ne Dersin Bu Akşam adlı şiiri, Louis Aragon’un Bana Baktın Gözlerinle şiiri… İlk aklıma gelenler bunlar.
H.A.: Farklı türlerde eserler veren edebiyatçılar pek de şaşırtıcı değil tabii. Şiirle başlayan edebiyat yolculuğunuza mizahı da eklemişsiniz. Mizahın cesaret istediği herkesin malumu. Cem Yılmaz’ ın o meşhur sorusuyla başlamak istiyorum. Atış serbest diyerek soruyorum. Neden mizah?
Bence kişi veya kişiler neye gülerse gülsün ben mizahın bir zekâ işi olduğuna inanıyorum. Gelenekler, töreler, toplumsal sistem ve yönetimler, iktidarların yarattığı adaletsizlikler mizahın konusu ve temel eleştiri nesnesidir. Mizah bu nedenle insanlığın özgürleşebilme, özne olma bilincini ve bütünsel insan olma özlemini ayakta tutan dönüştürücü unsurların başında geliyor. Gündelik hayatımızda gülmeye konu olan pek çok şeyle karşılaşıyoruz; zira mizah edebiyatı daha çok sosyal sıkıntıların arttığı dönemlerde öne çıkar. Çalkantılı dönemlerde eleştirilecek konu, kişi ve olaylar daha fazladır. Eleştiri biçimleri dilden dile değişse de eleştiriye konu olan kesimler hemen her toplumda adaletsiz, ilkesiz, sorumsuz ve ahlaki değerleri yozlaşmış kişilerdir. Mizahın bu eleştirel yönü onun evrensel bir niteliğidir. Bazen öyle şeyler oluyor ki izahı olmuyor. İzahı olmayan şeylerin de mizahı oluyor. Bu anlamda ben mizahı seçmedim aslında, mizah beni seçti. Ya delireceksiniz ya da mizah yapacaksınız. Gerçi mizah da delirmenin bir başka şekli ya!
H.A.: İlk mizah kitabınız “Çay Da Mı İçmeyek?” gündelik yaşantımızda görüp de içten içe güldüğümüz durumları ortaya döküp, “Heh ağzın bal yisin!” dedirten bir mizah sunuyor. Hikâyelerin bir yerinde muhakkak bir şiir ya da türküye denk gelmek şair yanınızı gene de elden bırakmadığınızı gösteriyor. Şiirin ve mizahın farklı bakış biçimleri var. Zaman zaman bunların çatışmasını yaşıyor musunuz?
Bir çatışmadan ziyade birbirini tamamlayan unsurlar olarak görüyorum şiir ve mizahı. Şiirle anlatamadığınızı mizahla; mizahla anlatamadğınızı da şiirle anlatıyorsunuz. Mizah gündeliktir. Soyut bir şeyle uğraşmaz, daima somuttur. İlhama uzaktır bu bakımdan. Pratik ve hazırda bekler. Sadece elimizde tuttuğumuz, dokunduğumuz, yoğurduğumuz, tartıştığımız konuları işler. Mizah, var ve hazır olandan çıkar. Olmayanla örtüşen bir mizah olamaz. Bu anmlamda kışkırtıcıdır, sınır tanımaz. Mizah, insanın rahatsız olduğu yerde başlar. Şiirde aynı hususlar olsa da yöntemleri farklıdır. Bunlar çatışma değil birbiriyle örtüşen birbirini tamamlayan unsurlardır.
H.A.: Mizahınızda mahalle kültürünün en etkin ve öne çıkan karakterlerinden birisi olan, mahallenin en yaşlı ve meraklı teyzesi Zarife Teyze’de hayat bulmuş. Bu karakterle ilgili okurdan nasıl tepkiler aldınız?
Mahalle kültürünü yaşamış şanslı kuşaktanım. Bu anlamda her mahallede aslında bir Zarife Teyze karakteri mevcuttur. Halk mizahı, halk fıkraları, mâniler, türküler, destanlar, masallar, halk hikâyeleri vb. anonim ürünler hep bu mecralardan çıkmıştır. İyi bir gözlem yeteneğiniz varsa mahallede mutlaka mizahi unsurlar yakalarsınız. Zarife Teyze, taşrada yaşayan ve hayatı olağan akışında yaşarken değişen yaşama karşı kendi bildiği yoldan devam eden doğal komik bir karakter. Kitap çıktıktan sonra Zarife Teyze’yi herkes merak etti. Herkesin özlem duyduğu bir karakter olduğu ortaya çıktı bir anlamda. Gündelik hayatın telaşesinde hayata karşı doğal duruşuyla dikkatleri üzerine çeken bir teyze figürü idi. Etrafınıza baktığınızda hâlâ Zarife Teyzeler görürsünüz. İyi ki varlar. Onların olaylara bakışı ve olaylar karşısındaki tepkileri bu buhran çağında hayata katlanma gücü veriyor ve bir nebze nefes almamızı sağlıyor adeta.
H.A.: Yazdığınız ikinci mizah kitabı “Sen Benim Kim Olduğumu Biliyon mu?” Kadran Yayınevi’nden çıktı. Dünyaca ünlü şahsiyetlerin biyografilerini alıp yerel bir dil ve bakış açısıyla, günümüz unsurlarını da ekleyerek yorumlama fikri ne zaman, nasıl ortaya çıktı?
Edebiyat öğretmeniyim aynı zamanda. Öğrencilere edebiyat tarihi anlatırken onları sıkmadan anlayabilecekleri düzeyde ve eğlenceli anlatırsanız daha çok verimli olduğunu düşündüğümden yazar ve şairlerin hayatını klasik düz anlatım yerine mizahla anlatmaya başladım. Ders hem daha eğlenceli hem daha verimli geçiyordu. Daha sonra bunları neden kitaplaştırmıyorum diye düşündüm. Sıradışı hayatları olan tarihi şahsiyet ve edebiyatçıların hayatlarını mizahla yazmaya başladım. Aslında bu seri bir kitap ve serinin ilk kitabı bu şekilde çıktı. Gelen tepkiler oldukça güzeldi. Hatta kitabı okuyan hiç tanımadığım öğrenciler güzel tweetler attı. Bir tanesi aynen şöyleydi, “Tarih ve edebiyatı böyle anlattılar da biz mi anlamadık?” Haklıydı çünkü edebiyat ve tarih dersleri lisede ve üniversitede sıkıcı anlatılırdı genelde. Gençleri anlamak ve onları yakalamak adına farklı anlatım türlerinin denenmesi gerektiğini düşünüyorum çünkü zaman hızla değişiyor, bu değişime ayak uydurmak gerek bazen.
H.A. John Lenon’un o meşhur sözü geliyor aklıma. “Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakallarınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır.” Sizin bunlara dair düşüncelerinizi alabilir miyiz? Kitapta John Lenon biyografisi görememek beni biraz üzdü…
İlk çağlardan bu yana toplumda var olan düzensizlikler, haksızlıklar, kötülüklerle beraber mizah da görülür. Mizah hem egemen sınıfların baskısıyla doğar, hem de kendisini doğuran egemen sınıfların baskısını çağırır. Mizah, kişinin kendi kendine rahatlamak ve başkalarıyla daha derin ilişkiler kurmak için ortam hazırlar. Aynı zamanda gergin ortamların ortadan kaldırılması, çatışma stresinin giderilmesi ve problem çözmede aracı olur. Gülme ve mizahın psikolojik açıdan insanları nasıl etkilediğini bulmak için çok sayıda araştırma yapılmış. Çalışmalara göre mizah, insanlardaki acımasızlığı, sertliği, kabalığı en aza indirmeye yardımcı olmaktadır. Mizah, kişinin problemlerini çözmez ancak problemlerin dağıtılmasında önemli rol oynar. Kaygı, öfke ve stresin azaltılmasına yardımcı olarak farklı bakış açıları bulunmasını sağlar. Kişi, bir ortamda utandığında, üzüntülü olduğunda, başarısızlıklarında mizahtan yararlanırsa, rahatlamaya başlar. Kişinin olaya farklı yönden bakmasını sağlayarak, denge kurmasına yardımcı olur. Denge olmadan kişinin psikolojik ve akli yönden sağlıklı olması beklenemez.
Mizah hayatın akış hızına ve içinde varolunan yaşamsal sürecin nabzına göre kendi şerbetini ayarlayabilen bir anlatım dilidir. Öyleki mizah, kimi zaman duvar kadar sert bir tavra bürünürken kimi zaman da toplumsal gerilimlerin şiddetini azaltabilecek bir emniyet valfi olabilmektedir. Bu anlamda mizah elzemdir ve vazgeçilmezdir.
H.A.: Ülkemizde yapılan mizahı nasıl görüyorsunuz? Farklı kesimlerin yaptığı ve mizahtan öte saldırıya dönüşen mizah sizce neyin sonucudur?
Edebiyatımızda mizah unsurlarının varlığı sözlü anlatı geleneği olan halk edebiyatında oldukça köklü bir maziye sahiptir. Fıkra, masal ve destanlarımızda mizah unsurları dikkat çeker. Bektaşi fıkralarıyla keskin zekâsı ve iyimserliğiyle bilinen Nasrettin Hoca fıkraları ise bu türün en çok bilinen ve anlatılan tiplemeleridir. Halk anlatı geleneğinde eleştirel yanı ağır basan fıkralarıyla bilinen tipleme ise Bekri Mustafa’dır. Bekri Mustafa fıkraları, yasa ve toplum düzeni arasındaki uyuşmazlıklara tatlı-sert eleştiriler getirir.
Yüzyıllar boyunca halkımızı güldürüp eğlendiren Karagöz oyunlarında Karagöz ile Hacivat arasındaki zıtlıklar, çelişkiler ve çatışmalar bu oyunların ana motifi olmuştur. Yine Türk tiyatro geleneğinin önemli unsurlarından olan Meddah ve Ortaoyunu, mizah edebiyatımızın önemli zenginliklerindendir. Hikâye ve taklit esasına dayanan Meddah geleneğinin günümüzde çok az bir değişime uğramış olsa da tek kişilik gösterilerinde devam ettiği söylenebilir. Ortaoyunu ise doğaçlama tiyatronun öncüsüdür. Günümüzde geleneksel mizahın yerini “soğuk Amerikan espirileri ve ofansif mizah” almış görünüyor. Belden aşağı espriler, küfür ve argo ile geleneğin ruhu inctitildiği gibi toplumsal yapıya uygun olmayan mizah popüler oldu.
Ofansif mizah, adı üstüne saldırgan bir mizahi türdür. Irka, inanca, felakete, iktidara, trajediye ve hassas olunması gerektiği söylenen durumlara karşıdır ve her değere saldırabilir. Dünyanın başka hiçbir yerinde ofansif mizahın sınırını çizecek, hangi kelimeler kullanacağını belirleyecek ve hangi şakanın yapılıp yapılmayacağına karar verecek bir otorite bulunmuyor. Aslında bu durumun özeti; dünya üzerinde şakası yapılmayacak hiçbir şeyin olmadığı durumudur. Ofansif şaka, kişilerin incinmesine ya da gerçek anlamda rahatsızlık duymasına sebebiyet verebiliyor.
Mizahın yaşanılan coğrafyanın hassasiyetlerine uygun olması gerekir. Aksi takdirde çok sert tepkiler hatta toplumsal çatışmalara sebebiyet verebiliyor.
Bir anlamda geleneğimizde çok sağlam alt yapısı bulunan mizah kültürünün artık kaybolduğunu düşünüyorum ve böyle bir ortamda mizah yapmak olduka zor. “İzahı olmayan şeylerin mizahı olur.”diye yola çıkıyorsunuz ve geldiğiniz noktada mizahınızı izah etmek gibi kısır bir döngüde buluyorsunuz kendinizi.
Komik mi bu peki?
Evet, bu durum bile oldukça komik…
Özgeçmiş:
1979 Kâhta/Adıyaman doğumlu olan yazar, İnönü Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi, yüksek lisansını aynı üniversitede tamamladı. Daha sonra “Radyo TV Programcılığı” bölümünü okudu, bu bölümü bitirdikten sonra “Medya İletişim” bölümünden mezun oldu. Daha sonra “Uluslararası İlişkiler” okudu.
Bir TV’de kültür, edebiyat, felsefe içerikli “Mahrem Gürültüler” adlı televizyon programının yapımcılığı ve sunuculuğunu yaptı. Ümraniye Belediyesi Şiir Yarışmasında Jüri olarak görev yaptı.
Yazar, başta Yolcu, İzdiham, Artemis, Kadran, Heybe, Ay Vakti, Taşra Edebiyat, Aykırı Edebiyat, Ot, Âsi, Tasfiye, Bekir Abi, Etika olmak üzere çeşitli dergilerde yazıyor. Bunun yanında yazarın şiirleri ve denemeleri birçok edebiyat sitesinde yayınlanmaktadır. Dünyabizim.com adlı kültür, sanat ve edebiyat sitesinde kültür ve araştırma yazıları yazan yazar, Günebakış ve Milat gazetelerinde de araştırma ve inceleme yazıları yazmaktadır. “Metruk Şehre Lanet Okuma Alfabesi” (2009), “Ve Eylül Bir Ayın Adıdır Aslında” (2013), “Meczup Müntehir” (2017), “Çay da mı İçmeyek” (2019) adlı kitapların yazarı olan Kızıl, halen yazı hayatına devam etmektedir.