Sizler bir illüzyonsunuz sadece. Uçarı bir yanılsama. Varlığın bağrını delen gövdeleriniz yokluğun varlığından başka hiçbir şey değil. Ben düşündüğüm için varsınız. Benim çapraşık zihnimin karmaşık kurguları yüzlerinizdeki çizgiler. Uyuyorum ve gördüğüm düşler halinde dağılıyorsunuz yeryüzüne. Kiminiz kâbuslarımsınız benim, kiminiz arzularım, kiminiz de arayışlarım. Hepsi bundan ibaret, hepsi bu kadar, hepsi bu… Hiçbiriniz nefes almıyorsunuz aslında, hiçbiriniz yere basmıyorsunuz. Sırf bu yüzden aynada aksiniz de görünmüyor zaten. Sırf bu yüzden kımıldamıyor çaresizliğin karşısında çaresizliğiniz. Sırf bu yüzden sızlamıyor vicdansızlığa vicdanlarınız. Sırf bu yüzden yaşanıyor tüm yaşanmamışlıkların yaşantısı. Sizler aslında yoksunuz ve ben gotik bir halüsinasyon görüyorum cadde cadde, sokak sokak. Kim olduğunuzu bilmeden, kim olduğunuza inanarak. Sizler aslında yoksunuz, hiç doğmadınız, hiç doğurulmadınız, hiç doğrulmadınız…
Sizler, saydamlaşmış bir serapsınız sadece. Bense bir çölde gözlerini açmış yapayalnız bir deli. Susuzluğumla can buldu sudan yaratılmış cesetleriniz. Arzularımın toprağından şekillendi kirli dünyalarınız. Ben var olduğum kadar varsınız ve ben var ettiğim kadar dar. Her şeyiniz koca bir yalan, koca bir palavra, koca bir martaval. Adını ne koyarsanız koyun, hilâf-ı hakikat işte. Bu kıpkırmızı kan gölünü sulayan sizler, ben kan görmekten iğrendiğim için kustunuz vahşetleri. Bu mendil satan küçük çocuk yok burada. Karanlığımdan doğdu onun yitik düşleri. Evsiz fukaralar da öyle, onların yanından geçip giden, onların üstüne basıp giden gölgeleriniz de. Sizler aslında yoksunuz. Hiç olmadınız, hiç olmayacaksınız ve hiç olamazsınız…
Sizler, uçuk kaçık bir sanrısınız sadece. Benim tedavisi imkânsız şizofrenliğimin ürünü isimleriniz. Yüzlerinize bu kahrolası maskeleri ben taktım, ben gizledim iğrenilesi suratsızlığınızın iğrenilesi suratlarını. Bu karanlığa serpiştirilmiş korku tanelerisiniz yalnızca. Ellerinizdeki vebal de benim suçum, yüreğinizdeki dinmeyen tutkularınız da. Şu, yavrusunun çığlık çığlığa ağlamalarına aldırmadan bir anneyi dilim dilim kesen insan artığı da karanlığımdan geliyor, ucuz politikacıların pahalı ideolojileri uğruna akla hayale gelmeyecek kötülükleri işlemeye hazır olan, uyuşturulmuş zavallıların kölelikleri de… Şehirde bir panayır kurulmuşsa mesela, babasının omuzlarında pamuk şeker yiyen afacanların mutluluğunu da kesin ben çizmişimdir açık renk bir tuvale. Yani, sizler aslında yoksunuz. Karanlığımla aydınlığımın çarpışması tüm inanılması anlamsız olan bu anlam düşmanı inanılmazlıklar. Yani siz aslında yoksunuz, yani siz yoksunuz, yani yoksunuz, yoksunuz, yani…
Sizler, ruhumun zindanlarından kaçmış hayalet bir hayâlsiniz sadece. Bir kalsiyum eksikliği, bir yanlış çizilmiş kuram, bir mantık hatası, bir denklem eşitsizliği. Boşlukta kapladığınız alan, ölçülemez bir boşluğun alanı işte. Dedim ya koca bir yalansınız diye! İçi doldurulmuş bir intihar aslında sizleri sığdırdığım boyut. Paralel evrenlerin, en kuantumsuz olanından geliyorsunuz. Gözyaşlarınız öyle yalan ki! Savaşlarınız, ihtiraslarınız, katliamlarınız, bir hiç uğruna harcadığınız ömürleriniz, merhamet yoksunu gaddarlığınız, düşene tekme atan ayaklarınız, aç bırakan tokluğunuz, bebeklere dahi uzanan şeytani şehvetiniz, masumiyetin ırzına geçen masumiyetiniz. Öyle yalan ki münevverliğiniz, kravatların fiyonklarına bağlanan medeniyetiniz… Siz yoksunuz aslında, benim kırk derece ateşle ağzımdan çıkan sayıklamalarsınız. Kendimi avutmak için uydurduğum kahramanı ve mutlu sonu olmayan masallarsınız. Yani siz yoksunuz, yani siz yoktunuz, yani siz, yok olmalısınız…
Çünkü sizler, gerçek olamazsınız. Çünkü gerçek, siz olamazsınız…