İMDb: 8.0
Yönetmen: Ridley Scott
Oyuncular: Matt Damon, Jessica Chastain, Kristen Wiig
Bilim kurgu, uzay, Matt Damon filmlerini sevenlerin aşırı keyif alarak izleyeceği bir film, Marslı. Zaten filmin yüzde sekseni Damon’ı izlemekle geçiyor. Ama itiraf etmeliyim kitabı okumadan önce filmi izlesem çok daha keyif alırdım. Kitaptan uyarlama filmlerin çoğunda olduğu gibi –çoğu izleyici filmi uzun olmasıyla suçlasa da- eksikler vardı. Ama beni bu kurguya hayran bırakan şey ne kitabı ne filmiydi. Barış Özcan’ın “Bu yazarı tanıyor musunuz?” videosuydu. Sebebini sonlara doğru açıklarım.
Yazarı Andy Weir kitabı Amazon’a yükledikten sonra kurgu patlamış gitmiş. Matt Damon kitabı okuduktan sonra filmin yapılacağını duyunca hemen Mark’ı canlandırmak için başvurmuş. Film Budapeşte’de çekilmiş. Nasa ve Çin’in merkez binaları da aynı şehirdeymiş. Dünyanın iki ucunu film setinde üç durak mesafeyle çekmişler. Kurgunun hikâyesi bunun gibi ironik zıtlıklar barındırıyor gerçekten. Uçak fobisi olan bir yazarın uzayda yalnızlık çeken bir adamı yazması, uzayda aylarca yalnız kalan bir adamın filminin 72 günde çekilmesi gibi durumlar. Belki Damon yüzünden bilmiyorum, filmde aşırı İnterstellar havası da vardı. Dedim ya önce kitabını okumasaydım daha çok hayran kalırdım. Neden? Çünkü baş karakter Mark Watney çok sempatik, en zor durumlarda bile kendi kendine eğlenebilen, Mars’ta yalnız kaldığı zaman dilimi boyunca yaşamayı seçen hayran kaldığım bir karakter. Ekip arkadaşları yaşanan fırtınada onu öldü zannedip apar topar Mars’tan ayrılmak zorunda kaldıklarında geride yanlarında getirdikleri eşyaları bırakmışlardı. Mark onlarla eğlendi, vaktini geçirdi resmen. Jelwis’in yanında getirdiği eski Amerikan dizileri ve disco müzikleri “Jelwis sana inanamıyorum” diye diye değerlendirdiği eğlencesi olmuştu. Filmde onun zorlandığı sahnelerin bile yarısını göstermişlerken, bu eğlendiği sahneleri de daha çok görmek isterdim açıkçası. Ama evet sonuçta insanların hiç gitmediği bir gezegenin filmi olduğu için bu kadarının çekilebilmiş olması bile muhteşem. Filmin bir diğer güzel yanı senaryoya aktaran Drew Goddard olması ve yönetmenin Ridley Scott olması. Zevkler ve renkler tartışılmaz tabii ki ama Scott’ın filmlerine ayrı bir hayranım. Jelwis’i canlandıran Jessica Chastin’i de İnterstellar filminde izlemiştik. Kitapta geçen MTA (mars’a tırmanış aracı), HAB (Mark’ın Mars’taki evi), Mars yüzey aracı ve Pathfinder gerçeklerini en çok merak ettiğim şeyler oldu ve filmde bunları görmek gerçekten muhteşemdi. Nasa bu tür filmlerde teknik bilgi konusunda yardımcı olurmuş ama bu filmde daha fazla bilgi hatta teknik ekip desteği bile vermiş. Mark’ın kullandığı yüzey aracı da filmden beri Ürdün Kraliyet Müzesinde sergilenmekteymiş. Matt Damon günlerce sette tek başına çekim yaptığı için sonradan Jelwis’i canlandıran Jessica’nın sesini duyunca dayanamayıp ağlamış. Yani filmde göreceğiniz veya gördüğümüz o sahnedeki gözyaşları gerçekmiş. Kitapta Jelwis’in isminin Melissa olduğu çok sonradan yazdığı için onu uzun süre erkek sanmıştım. Hatta Ares ekip kaptanı olmasına rağmen ne kadar duygusal olduğunu düşünmüştüm. Ama filmi izledikten sonra durup tekrar düşündüğümde tam tersine bir kadın kaptan olmasına rağmen ne kadar mantıklı hareket edebildiğini gördüm. Sakın kadınlar mantıklı hareket edemez mi yani diye kızmayın, kast ettiğim o değil. Arkasında çok sevdiği bir arkadaşını öldü zannederek yalnız bıraktığını düşünen, kendini suçlayıp duran birinden bahsediyorum. Mark’ın her fırsatta onlara “suçluluk duymayın, bu bir kazaydı.” diye hatırlatması gibi konuşmaları, ekibin birbirlerini ne kadar iyi tanıdığını da gösteriyor. Film uzun veya kısaydı demeyeceğim fakat geçişler çok ani ve durgundu. Seyirci için duyguyu anlayıp yaşamaya, fark etmeye çok vakit kalmamış sanki. Aynı kitabı okurkenki gibi yerimde duramamayı isterdim. Yine de düşününce Mark Watney için Matt Damon çok iyi olmuş, çok sevdim.
Damon’ı az buçuk tanıyanlar bilir. Kendisi bir Marvel hayranı. Thor’un bir tiyatro gösteriminde Loki’yi de canlandırmış. Birkaç gün öncesinde de Thor’un gelecek filmi “Love and Thunder” için oyuncu kadrosuna katıldığı açıklandı. Umarım çok büyük bir spoiler sayılmaz ama filmde de İron Man göndermesi vardı. Damon filmde kendine “Aynı İron Man gibi oldum.” derken çok keyif aldığı belliydi. Başta beni bu kurguya hayran bırakanın aslında Barış Özcan’ın videosu olduğundan bahsetmiştim. Evet, bir uzay, bilim kurgu filmi… Bunun yanında dünyadan kilometrelerce uzak bir gezegende kendi 4 yıl mahsur kalmış zanneden biri var ortada. Aç kalma, donma, bir sonraki görev yerine ulaşamamak gibi şartlarını hiç bilmediği koca bir çölde ölmeyi değil, yaşamayı seçen birisi. Hazır gitmişken bir sürü keşifler yapıyor. Kendi kendine konuştuğu sahnelerde meşhur sözlerini dinliyoruz;
“Bir şeyde ilk olacağımı hiç düşünmemiştim. Tuhaf bir his gerçekten. Nereye gitsem, ilkim. Araçtan dışarı mı çıktım? Oraya gelen ilk kişi benim! Bir tepeye mi tırmandım? O tepeye tırmanan ilk kişi benim! Bir taşı mı tekmeledim? O taş bir milyon yıldır yerinden kımıldamamıştı! Mars’ta uzun yolculuğa çıkan ilk kişi benim. Mars’ta otuz bir soldan fazla zaman geçiren ilk kişi benim. Mars’ta mahsul yetiştiren ilk kişi benim. İlk, ilk, ilk!”
Barış Özcan bu kısımları yorumlarken diyor ki, “Sizin beyninizde de henüz kimsenin ayak basmadığı tepeler, kimsenin yerinden oynatmadığı taşlar var.” Mark Mars’ta yalnız kaldı ve orayı ilk gezen, gören insan oldu. Kendimizle ilgili şeyler keşfetmek neler yapabileceğimizi görmek için Mars’ta yalnız kalmamıza gerek yok. Kendi beynimizin içinde yalnız ve özgür olduğumuzu neden unutuyoruz? Bu yorumlardan sonra kitabı okudum ve ben neler keşfedebilirim diye okudum kitabı aslında. Mark Mars’ta patates yetiştirdi. Bunun için kendi vücudunu kaynak olarak kullandı. Sadece gübre için değil, su üretmek için de kendi ciğerlerinden çıkan karbondioksiti kullandı. İnsan yaşamındaki en temel ihtiyaçlar için kendi kaynağı kendisi oldu. Yaşamak için içindeki kaynağı kullandı. Bu cümleler size de tanıdık geldi mi? Kişisel gelişim kitaplarından, uzmanlarından… Değişmek ve üretmek için dışarıdan bir şey beklemeyin, kendi içinize dönün diyenler hani? Önceki film yazılarımda da dediğim gibi bir sanat eserine sadece eser olarak bakarsak alabileceğimiz çok şeyi kaybedebiliriz. O eseri ortaya çıkaranın bir kurgu ortaya koymak dışında bizlere anlatmak istediği çok fazla şey olabilir. Her eser için yok ama mı diyorsunuz? Alacak mesaj mı bulamadınız o zaman çıkarımlarda bulunun. Bulun o hep duymak isteyip duyamadığınızı. Ortaya çıkaralım ve keşfedelim, bir gün bana da denk gelir diye yattığımız yerden beklediğimiz şeyi.
Neyse çok uzattım. Herkese iyi seyirler ve teşekkürler Mark Watney…